
Arabesk müziğin imgesel çağrışımına bakıldığında acı, kader, hiçlik, çatışma, tutunamazlık gibi kelimelerle karşılaşırız. Arabeskin toplumsal tarihine bakıldığındaysa Türkiye’de 1950’li yıllara kadar giden bir geçmişe sahiptir. Bu yıllar insanların yeni ümitlerin peşinde köyden kente göç etme süreçlerine rastlar ve Türkiye’de sanayileşmeyle birlikte özellikle doğu illerinden kente başlayan göçlerle yakından ilişkilenir. Sosyolojik olarak bu durumun tanımı budur. Oysa göçün insanlar için tanımı kitaplarda yazıldığı kadar kolayca anlaşılacak bir olgu değildir, göç eden insan bir bakıma yarım kalır, geride bırakılanların hüznü yeni bir yaşamın belirsizliği üzerinden şekillenir. Bu belirsizlik bireyin kendi tanımını kaybetmesine ve kendisini yeni bir kültürle var etmesine sebep olur. Bu kültürün müziksel yansıması ise arabesktir. Yarın ne olacağını bilemeyen birey her şeyi kadere bağlamaya zorunlu kalır, bu hiçlikli boşluk durumunda acı, dert ve kederle kendisini yeniden üretir. Bir bakıma arabesk müzik bir tutunma biçimi haline gelir. Arabesk müzik bu anlamda kıyıda kalanların kentin içine karşı başlattıkları bir karşı kültür şeklidir. Çünkü köyden kente göç edenler iki kültür arasında sıkışmış yeni bir kimlikle mücadele ederler.
Continue reading