Bir Karşı Kültür Olarak Arabesk: Yakarsa Dünyayı Garipler Yakar!

Standard

ydy

Arabesk müziğin imgesel çağrışımına bakıldığında acı, kader, hiçlik, çatışma, tutunamazlık gibi kelimelerle karşılaşırız. Arabeskin toplumsal tarihine bakıldığındaysa Türkiye’de 1950’li yıllara kadar giden bir geçmişe sahiptir.  Bu yıllar insanların yeni ümitlerin peşinde köyden kente göç etme süreçlerine rastlar ve Türkiye’de sanayileşmeyle birlikte özellikle doğu illerinden kente başlayan göçlerle yakından ilişkilenir. Sosyolojik olarak bu durumun tanımı budur. Oysa göçün insanlar için tanımı kitaplarda yazıldığı kadar kolayca anlaşılacak bir olgu değildir, göç eden insan bir bakıma yarım kalır, geride bırakılanların hüznü yeni bir yaşamın belirsizliği üzerinden şekillenir. Bu belirsizlik bireyin kendi tanımını kaybetmesine ve kendisini yeni bir kültürle var etmesine sebep olur. Bu kültürün müziksel yansıması ise arabesktir. Yarın ne olacağını bilemeyen birey her şeyi kadere bağlamaya zorunlu kalır, bu hiçlikli boşluk durumunda acı, dert ve kederle kendisini yeniden üretir. Bir bakıma arabesk müzik bir tutunma biçimi haline gelir. Arabesk müzik bu anlamda kıyıda kalanların kentin içine karşı başlattıkları bir karşı kültür şeklidir. Çünkü köyden kente göç edenler iki kültür arasında sıkışmış yeni bir kimlikle mücadele ederler.

Arabesk Bir “Alt Kültür” İmgesi midir?

            Bir kültür olarak arabesk müzik genellikle bir “alt kültür” tanımı olarak karşımıza çıkar. Bunu anlamak için “alt kültür” nedir sorusunun yanıtlanması gerekir. Bu kavramı ilk tanımlayanlardan olan Gordon’a göre “alt kültür” ‘ulusal kültür içerisinde; sınıf, etnik köken, bölge ve kırsal bölge veya kent sakinliği, dini inanç gibi öğelere ayrılabilen toplumsal koşulların bileşiminden oluşan, ama bir araya geldiklerinde o kültürdeki birey üzerinde bütüncül bir etkisi olan işlevsel bir bütün oluşturan bir alt bölüm’ (Gordon’dan akt. Jenks, 2005: 22), aynı döneme rastlayan bir başka tanımda, “alt kültür” terimi ‘nüfusun belirli dilimleri tarafından sergilenen kültürel değişkenlere gönderme yapar. Alt kültürler, salt bir iki özellikle birbirlerinden ayrılmazlar; nispeten kendi içinde bağlantılı toplumsal sistemler meydana getirirler. Onlar ulusal kültürün daha geniş dünyasının içindeki dünyalardır’ ( Komarovski ve Sargent’ ten akt. Jenks, 2005: 22)  İki tanımda, egemen ulus devletin dışında var oluş gösteren kültürel bir duruma gönderme yapar, Benedict Anderson’a atıfla söylemek gerekirse, Ulus devletlerin hayal ettikleri cemaatlerin kimliklerini inşa süreçlerinde biçimlenmeye çalışılan, yeni kimliğe karşı oluşturulan, bir karşı kimlik biçimi şekline yorumlayabiliriz arabesk müzik kültürünü. Türkiye’de ulus devlet inşa sürecinde müziğin de sınırları çizilmiştir. Ziya Gökalp’in müzik felsefesi temel alınarak oluşturulan bu anlayış daha sonraki dönemde TRT’nin kurulmasına da kaynaklık edecektir.  Ziya Gökalp’e göre doğu müziği hastalıklı bir müziktir ve rasyonel değildir, halk müziği ise bizim kültürümüzü sunmaktadır, batı müziği ise medeniyetimizin müziğidir bu yüzden hiçbiri bize yabancı olmamalıdır. Bizim doğal müziğimiz halk müziğimiz ve batı müziğinin bileşiminden doğacaktır ( Gökalp’ten akt. Stokes, 1998:61) Bu anlayış Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet sürecinde de temel alınmış ve Türkiye müziği bu anlayış üzerinden şekillendirilmeye çalışılmıştır. Arabesk müzik oluşturulan bu müziğin içinde bir yere tekabül etmez bu da onun egemen olan anlayışla ters düşmesine neden olur. “Modern” bir yaşamı benimseyen kent kültürlüler için arabesk kötü çağrışımları barındırır. Bu müzik dışarıdan gelip kenti bozanların, yabancıların, onlar gibi olmayanların müziğidir. Bu nedenle arabesk müzik modern litaratürde “alt kültür” içinde değerlendirilir.  Bütün bunların yanı sıra “alt kültür” kavramının kendisi tartışmaya değerdir, “egemen kültüre” d?hil olmayan kültürlerin “alt” kabul edilmesi pozitivist ve evrimci bir bakış açısıyla anlaşılabilir, bu söylem genel ve evrensel olanın dışında kalanın “alt” ya da “aşağı” olarak adlandırılması anlamına gelir. Yinger’e göre bu durum sosyolojik bir bakış açısını vurgulamaktadır (Jenk, 2005:24).  Bu nedenle Yinger ” alt kültür” kavramına karşın “karşı kültür” kavramını koyar. Buradaki amaç, daha geniş toplumdaki kitlenin düşünce ve inançlarından o insan grubunun farkını ya da o insan grubunun bu düşünce ve inançlara bilinçli karşıtlığını göstermek ise, o zaman ” karşı kültür” kavramını kullanabiliriz der Yinger ( Yinger’den akt. Jenk, 2005: 25).  Bu açıdan baktığımızda arabesk müzik bir karşı kültür imgesidir. Arabesk şarkıların felsefesi egemen kent kültürünün ortasından yükselen dayatmacı kültüre karşı oluşan kendi özgün ve içsel acılarını, ait olamamayı, yalnızlığı, işsizliği, uzaklığı, kavuşamamayı konu edinir. Acı, çatışma, antogonizma halindeki birey arabesk müzik kültürü içerisinde kendisini yeniden üretir. Çünkü arabesk müzik dinleyen birey kent içerisinde kendisine yönelen bakışların ötesinde yer alan bir ötekidir. Gordon’un ” alt kültür” tanımına yeniden dönecek olursak, farklı bir etnik kimlikten olmanın da bir “alt kültür” tanımı içinde değerlendirildiğini görürüz, bu nedenle arabesk müzik yalnızca bir müzik kültürü olmanın ötesinde etnik bir tanımlılık da kazanır. Çünkü kentlinin göçle gelen kişiye bakışında etnik farklılıkta önemli bir dışlama ve ötekileştirme sebebidir. Cenk Saraçoğlu’nun “Şehir Orta Sınıf Ve Kürtler” adlı kitabı İzmir’de yaşayan orta sınıf olarak değerlendirilen kişilerle yapılan görüşmelerle, özellikle doğudan göç edenlere karşı barındırılan ön yargılı bakış açısını yansıtmaktadır. Örneklemek gerekirse ” Göçle gelenlerin Kürtçe konuşmasından rahatsız oluyorum. Pazarda filan görüyorum. Kendi ülkemde, benim ülkemde, gerçi onların da ülkesi de, ben İzmir’deyim, benim ülkemde, geliyor burada karnını doyuruyor” ( Saraçoğlu, 2011: 123).   Bu nedenle arabesk müzik dinleyen birey hem kentin ötesinde, hem de egemenin ötesinde kalır, ötelenen birey kendisine sunulan ve olması istenenin aksine bir karşı duruş sergiler bu nedenle arabesk müzik aynı zamanda öteki bireyin içinde bulunduğu topluma karşı çektiği bir isyan bayrağı, kendi farklılığına olan göndermesidir.

Yakarsa Dünyayı Garipler yakar

Müslüm Gürses’ in sevilen şarkısının en damar sözleridir, ” yakarsa dünyayı garipler yakar”, şarkının diğer dizeleri şöyledir: “hor görülenlerin tanrım isyanıdır bu, sevip sevilmeyenlerin isyanıdır bu, düzensiz dünyanın günahıdır bu, yakarsa dünyayı garipler yakar”, bu dizeler aslında arabesk müzik kültürü üzerine çok şey söyletmektedir, hor görülme, dışlanma, yaşanılan toplum içinde öteki olarak konumlandırılma ve bu duruma isyan etme,  sevip sevilmeme, ve dünyanın sürüp giden düzenine karşı bir protesto. Martin Stokes Türkiye’de Arabesk Olayı adlı kitabında şöyle bir değerlendirme yapar:  1950’lerden itibaren kırsal kesimden gelip, Türkiye’nin batısındaki büyük şehirlerin çevresindeki gecekondu bölgelerine yerleşmiş insanlar arabeskin en önemli dinleyici kitlesini oluştururlar. Bu dengesiz bir durumdur, üretim sürecinden dışlanmış, sorunlarını yabancılaşmanın ve kaderciliğin dili olan arabesk diliyle ifade eden insanlar arabeski bir ifade biçimi olarak kullanan kitlelere dönüşmüşlerdir (1998: 147). Bu kitle toplum içinde yabancı olma, öteki olma, kirli olma ve dışlanma gibi durumlarla karşı karşıya kalır ve garip olur. Garip kelimesinin anlamı aslında bütün bunların özeti gibidir çünkü gariplik aynı zamanda tuhaflıktır.  Müslüm Gürses’in “yakarsa dünyayı garipler yakar” şarkısındaki “garip” tanımı buna uymaktadır: ” dertleri içine sığmayan onlar, hayattan umudu kalmayan onlar, sürüne sürüne yaşayan onlar, yakarsa dünyayı garipler yakar”. Bütün bu sözler iş yaşamında, okulda, kent merkezinde yaşanılan derde ve sıkıntıya karşı bir serzeniş içerir. O farklıdır kentliler gibi konuşmaz, onlar gibi giyinmez, onların duygusu onun duygusunu tutmaz, o kadar dertle yüklenmiştir ki içine sığmaz, umutsuzdur, sürüne sürüne yaşar, mutluluktan uzaktır, böyle bir durumda yaşanan tükenmişlik arabesk şarkılarla dile getirilir, şarkılardaki isyan, umut, acı, keder, bireyin kendisi için kullandığı bir panzehire dönüşür. Arabesk müzik dinleyenler için arabesk söyleyenler bir dert ortağına çoğunluklada “baba” ya dönüşür. Buradaki “baba” figürü önemlidir çünkü özellikle ataerkil bir yapıyla kültürlenmiş bir insan için “baba” yol gösterici ve çare bulucudur. Onun yokluğuyla kalan birey kendisini yönsüz hisseder ve arabesk müzik kültürüyle birlikte bu yönsüzlükten kurtulur.  Arabesk şarkıların videolarına baktığımızda genel olarak siyah beyaz olduklarını görürüz, siyah beyazdır ancak şarkıyı söyleyenler, hep dimdik dururlar, düzgün giyimli ve güçlü görünümlere sahiplerdir. Videoda kullanılan diğer görüntüler, genelde kavuşamama temellidir ya da dünyanın olumsuzluklarına gönderme yapar ve şarkıyı söyleyenin arkasından yansır.  Arkadan yansıyan olumsuz görüntü ve önünde duran güçlü insan figürü umutsuzluk karşısında umuda karşılık gelir onu dinleyen bireye şarkılarla nasihat eder.

Arabesk müzik kültürüyle özdeşleşen bir diğer kültür de ‘dolmuş’ kültürüdür ve daha çok başrollerini arabesk sanatçıların oynadığı sinema filmleriyle doğan bir kültürdür bu. Stokes’a göre bunun nedeni araba ya da minibüs alacak parası olan göçmenlerin genellikle bu işi yapmalarıyla açıklanır. Sonuçta bir göçmeni oynayan arabesk yıldızları belki gerçek hayatta da oynadıkları dolmuş ya da kamyon şoförü rolünde görünürler. Yabancılaşmaya, baskıya, ilişkin çoğu film de zaten Topkapı garajında geçer. Hareketlilik yanında hiçbir yerde barınamamayı da ifade eden şoförlüğün gücüde buradan gelmektedir. Arabeskin dolmuş ve gecekonduyla bütünleşmesi, dolmuşların içerisinde arabesk sembollerin yer aldığı dekorasyonlardan da anlaşılabilir (1998: 155). Dolmuşlar şehrin ötesinde yaşayanları şehrin ortasına ve alışık olunmayan kalabalığa taşırlar, yol boyunca dinlenen arabesk müzik kıyı ile orta arasına uzanan bir duygu hattı gibidir, ait olamamışlığa, arada kalınmış kimliğe ve kadere boyun eğişe işaret eden bu içli şarkılar, bireyi dolmuştan inince başlayacak olan o yabancı yaşama hazırlar ve telkin eder.

Arabesk müzik, ötekinin, kıyıda kalmışın ve isyanın müziğidir, egemen olana dayatılana karşı bir kültür oluşumudur ve hala iyiye ve güzele dair bir umut besleyeceksek bunu başaracak olanlar, öteki olanlar ve tuhaf olanlardır çünkü “yakarsa dünyayı garipler yakar”.

KAYNAKLAR

Jenks, Chris,  Alt Kültür, (çev. Nihal Demirkol),  İstanbul, Ayrıntı.

Saraçoğlu, Cenk, Şehir Orta Sınıf ve Kürtler, ” İnk?rdan Tanıyarak Dışlamaya”, İstanbul, İletişim.

Stokes, Martin, Türkiye’ de Arabesk Olayı, (çev. Hale Eryılmaz), İstanbul, İletişim.

8 thoughts on “Bir Karşı Kültür Olarak Arabesk: Yakarsa Dünyayı Garipler Yakar!

  1. Soner Sezer

    Arabesk müziğin gelişimi açısından 30-40’lı yıllarda uygulanan “Türk müziği” radyo yayınlarının yasaklanması ve bunun neticesinde insanların Arap radyolarını dinlemeye başlaması; ayrıca 2. Dünya savaşı ve sonrasında Amerikan filmlerinin ülkeye girişinde Fas, Cezayir ve Mısır üzerinden sevkiyat yapılması, film bobinlerinin arasına Arap filmlerinin kopyalarının da eklenmesi ve Türkiye sinemalarındaki Arap filmleri rüzgarının da “Arabesque”in bir “kültür” olarak filizlenip boy atmasında etkili olduğunu okumuştum.

  2. nils

    Arabeskin doğuşu bir anlamda da radyonun kırk ve ellili yıllarda Anadolu’da yaygınlaşmasıyla da ilintilidir diyebiliriz sanırım.O dönemde yabancı radyo kanalları arasından en çok Arap müziği yayını yapan radyo kanalları tercih edildiği için bu türe benzer bir müziğin Türkiye’de de icra edilmeye başlandığı vakit halk tarafından kabul görüp sevileceği düşünülüyor.Böylece Arap ezgilerinden esinlenilerek oluşturulan arabesk müzik ortaya çıkıyor.Talebin arzı doğurması ve de radyonun yaygınlaşmasıyla da arabesk müzik tüm ülke tarafından bilinir ve dinlenir hale geliyor.O dönemde çocuk olan kuşağa sorarsanız Arap radyo kanallarını dinlediklerini ve taklit ettiklerini gülümseyerek anlatacaklardır.Köyden kente göç teorisine ek olarak radyonun yaygın hale gelmesi etkeninden de bahsetmek istedim.Çünkü bu şekilde arabesk müzik kendine büyük bir oyun alanını yaratmış oluyor.Çeşitli kaynaklardan duyduğum,okuduğum ve izlediklerimden aklımda kalanlar bunlar.Yıllık Arap yazma hakkımı doldurdum sanırım ayrıca.Çok güzel bir yazı olmuş.

  3. nils

    Ben de o dönemde Arabesk müziğe niçin bu kadar ağırlık verildiğini bilmiyordum,Soner bey açıklamış,34-36 yılları arasında gerçekten de Türk müziği yayını ve eğitimi yasaklanmış.Bu yasağın sonuçlarından biri olarak sonraki on yıllarda Batı müziği ve Arabesk’i tercih etmiş insanımız.Radyo Anadolu’da yaygınlaşınca da bugün Baba denilen insanların yükselişine zemin hazırlanmış oluyor.Bu yasağın gerekçeleri hakkında çeşitli yorumlar var,iyi bilen biri aydınlatırsa sevinirim.Arabesk hiç dinlemediysem de o bugün de kültürümüzün bir parçası.Avrupa’da yaşayan bir Türk olduğum için kendi insanımı,duygularını,neler istediklerini daha iyi tanıma hissiyatı oluyor.Hiç ilgim olmayan bir alanı da merak edebiliyorum.Arabesk dinleyen insanlara karşı tutumun farkındayım bir de.Buralarda da eşleniği Napoliten dinleyenler var.Onları düşünerek okudum benzer noktalar yakaladım.Aşağı yukarı aynı ruh hali sinmiş şarkılara.Napoliten dinleyen insanlar Arabesk’i hiç garipsemiyor mesela.Arabeski ıyy diyerek uzaklara fırlatamayacağım ben.Böyle yapınca cool insan olmuyoruz.Tekrar tebrikler.

  4. Ben de çok geç arabesk dinlemeye başlayanlardanım biraz antropolojinin etkisiyle her şeye içeriden bakıp, anlama çabası içerisindeyim aslında. Ve gözlemlerim bu yazıya sebep oldu özellikle Müslüm Gürses kitlesi düşünsenize kendinizi kanatacak kadar sevme belki patalojik görünüyor ancak david le breton ten ve iz kitabında kişinin kendi vücuduna açtığı yaraların bir direniş ve katlanma biçimi olduğuna değiniyor. Bu açıdan baktığımızda arabesk dinleyenler için gerçek tedavi edici bir anlamada geliyor. Yasaklar ile ilgili bir şeylere rastlarsam paylaşırım. Yorum için teşekkürler.

  5. nils

    Doğru,üstelik aynı etki çeşitli din,tarikat ve kültürlerde de var,bunun hiç de yeni bir şey olmamasına rağmen Arabeski bu kadar rahatsız edici yapan nedir…Kendisinden beklenmeyecek şekilde “ünlü” bir müzisyenin bile Arabeskle yavşaklığı birleştirebiliyor olmasının ardındaki motif nedir…Sanırım bunlar da başka bir yazının konusu olabilir.Arabesk fanatiği değilim ancak köklerinden beslenmeyen aksine onları görmezden gelen insanların evrensel olmayı beceremeyeceği de bir gerçek,aksi halde zaten var olan yapıtların kötü bir taklidinden ileriye gidemiyor yapılan işler.Hoşçakal şimdilik 🙂

Leave a reply to emekerez Cancel reply