Bir yerden bir yere çeşitli nedenlerle gider insan. Bazen göç etmektir gitmenin adı, bazen ayrılıktır bir sevdiğinden. Gideriz, bazen bir tren garından, bazen bir otobüs istasyonundan. Gitmelerin hüznü vardır genellikle çünkü insan kalmak ister, gitmek istemiyorsa başka bir yere. Bir bavula yüklenir hüzün, her şey sığarda valize, gitmenin hüznü katlanıp konulamaz bir kazak gibi. Hele ki zorunluysa gidiş, gitmek hiçbir zaman gidememeye karşılık olur.
“Gitmek daima bölünmektir. Sadece ayrıldığımız yer ile gittiğimiz yer arasındaki bölünme değil, bizzat bizde bölünürüz, parçalara ayrılırız.” Diyor Nancy. Parçalanırız giderken, bir yanımız geride bir yerlerde kalır çünkü merak ederiz biz gittikten sonra kalanları, bizsiz bir yaşamın kalanlarda bırakacağı izi. Bu nedenle gitmek hiçbir zaman tam anlamıyla gitmek olmaz, geçmiş peşimizi bırakmaz. Hayat, bir yanın hep geride kalmış hissiyatıyla devam eder. Bu nedenle hep hüzünlüdür garlar, taşınan bavulların ağırlığı çöker insanın üzerine. Bu soyut bir ağırlıktır ve taşınması kütlesel bir karşılığa değil, ağırlıksız, dokunulmaz bir hüzne karşılık gelir. Çünkü bıraktığımız yerdeki parçalar bizim parçalarımızdır. Ve gittikten sonra parçalı bir varlığa sahip oluruz. Bunun anlamı ise hiçbir zaman artık tam olamayacağımızdır.